Friday, October 16, 2009

içi güzel olan herkese gelsin...

Düşüyoruz. Bir yerlerimizi vuruyoruz. Çarpıyoruz. Darbeler alıyoruz. Çatlıyoruz. Buruluyoruz. Acıyoruz. Çakılıyoruz. Yuvarlanıyoruz.
Herşeyin izi kalıyor.
Bir şekilde kabuk bağlıyor, morarıyor, çürüyor ve geçiyor.
Başımıza ne geliyorsa bir şekilde bunu atlatıyoruz.
Beklerken bize işkence çektiren zaman, kendini ortaya koyunca iyileştirici etkisiyle karşımıza çıkıyor bu sefer.
Yoruluyoruz, nefessiz kalıyoruz, an be an bitiyoruz ama ne olursa olsun hayatta kalıyoruz.
Her kazadan nasıl oluyorsa sağ sağlim kurtuluyoruz.
Ve şimdiye kadar elimizden geldiğince hayatta kalıyoruz.

Yumuşacık tenimiz kabuk bağlıyor. Aldığı her darbede daha da sertleşiyor, nasır bağlıyor, kabuk tutuyor.

Asıl önemli olan içerisi ballanıyor, şekerleniyor, şerbetleniyor.

Çok yakın bir arkadaşım, sevgilisi tarafından terk edildi. İçinde heyecan kalmadığı için olduğunu söyledi ve de. Bahsettiğim arkadaşım, kızın hayatındaki en zor anında onun yanında durup onu ayağa kaldırdı. En yalnız hissettiği anda onun yanında oldu. Hatta kıza hediyeler alabilmek için ailesinden hiçbir destek almadan çalıştı, ve başardı. Ama sonu ayrılık oldu.
Ne söyleyeceğimi bilmiyorum şu an kendisine. Zamanın iyileştirici etkisine ihtiyacı var aldığı darbe yüzünden. Elimden geleni yapıyorum, ama malesef eksik kalıyor birşey. Çünkü o kadar boş bir sebeple bu ilişki bitti ki...

Bu sadece benim yakınımdan birisi. Benimkisi başka. 23 senedir ruhumda biriken tüm yükleri kaldıramamanın getirisiyle uğraşıyorum aylardır. Görünürde birşey yok. Ama içerisinden bahsetmek istemiyorum.

Hayatta kalmak. Yapmamız gereken tek şey o. Gerektiğinde susmak,
gerektiğinde başını öne eğmek,
gerektiğinde kabuğuna çekilmek, her neyse...
Aslolan herşey hayatta kalmak için.

Hayatta kaldıkça şekerlenmek, şerbetlenmek için.

No comments: